9 Aralık 2011 Cuma

Tüketim Çılgınlığı: içimden geldiği gibi...

Modernizmle gelen birey anlayışı insan topluluklarını bir ayrışmaya sürüklerken bireyi yalnızlaştırır ve geometrik düzlemler arasına sıkıştırır. Gelenekten kopuş anlamına gelen bu dönüşüm ironik olarak insanları birbirinden ayırırken topyekûn dünyayı birbirine bağlar. Izgaralarla bölünmüş paralel ve kesişen yollar özgürlük sloganları attırırken planlanmış bir hayatı yaşamaya zorlar. Ana renklerle belirlenmiş katı ve kastsı statü belirlemelere rağmen aşağı ve yukarı arasında sonsuz bir sirkülasyon oluşur. Hiçe sayma ile son derece önemseme arasında artık bir iç içe geçiş söz konusudur.

Ludwig Mies van der Rohe’nin Barcelona Chair adlı tasarımı modernizmin bu dönüşümü için önemli bir imge ve yeni haliyle bir metadır. Modernizm bir sandalyeyi sanat eseri yaparken aynı modernizm bunun ucuz kopyalarını yaparak bir eseri indirgemekte ve pespaye bir dokunuşla onu hiçe saymaktadır. Bir tasarımın özgünlüğü ve değeri sadece görüntüsünde değil, aynı zamanda hissedilişindedir. Kavramsal olarak ortaya koydukları, bir tasarımı zamansız hale getirir. Ancak tasarım üzerinden kar amacı güdülerek oluşturulan basit kopyaları, bir tasarımı tükenip bitecek bir meta haline getirir. Bu durumda da alıcı sadece bir ihtiyaç nesnesi aldığını düşünerek esere gereken değeri vermeden, onu tanıyıp hissetmeden ve içselleştiremeden tüketilmesi için ortaya atılmış bir diğerine hücum eder.

(Benim ve diğer herkesin içinde olduğu tüketim çılgınlığına gelsin...)

                                                                                                                     © Bahar Özlem Ergel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder